Türkçe (Türkiye)

BÜTÜN DÜNYA DİLLERİYLE EZHERİ- ŞERİF MUTEDİL FİKİRLERİ YAYIMA MİNBERİ

 

İNSAN VE SORUMLULUK
Anonym
/ Categories: مقالات

İNSAN VE SORUMLULUK

İNSAN VE SORUMLULUK

 (İSLAM TASAVVURUNDA

İNSAN VE DEĞERLER

Yazar:

Prof. Dr.Mahmud Hamdi ZAKZÛK)

Sorumluluk, insanı diğer varlıklardan ayırt edici özelliklerdendir. Dış çevreden kazanmadan önce doğuştan gelen insanı bir sıfattır. Herkesin, bir türlü sorumluluk duygusu vardır. Fıtrat ne kadar sağlam olursa, insanda sorumluluk duygusu artar.

Sorumluluk duygusunun varsayımı, herkeste bulunur. Çünkü biz insan olarak bilinçli hayatımızda az çok ondan kurtulamayacağız. Fakat bu duygunun canlılığı, herkeste aynı miktarda değil. Muhakkak ki, sorumluluk duygusu ile vicdan arasında tam bir bağlantı vardır. Biz vicdandan bahsedince, tavırlarımızı doğru yöne yönlendirmeye büyük bir etkisi olan ve derinliğimizde saklanmış olan duyguyu kastetmekteyiz. Bunun üzerine nebevi nasihat şöyle geldi:

"اسْتَفْتِ قَلْبَك"

 "kalbine danış, fetvanı kalbinden al"

Sorumluluk, bilinçli özgürlüğün üzerinde kurulur. Bu demek ki: Bilinçli özgürlük olmaksızın insan ne yaptıysa, onun üzerine herhangi bir ahlakî ya da dini sorumluluk düşmüyor. Sorumluluk ise, insandan ayrılmaz; bir tavır olmadan önce, olurken ve olduktan sonra yine de insandan ayrılmaz. Demek ki: Sorumluluk sahibinin bir iş yapmak ya da yapmamak esnasında müstakil bir kişiliği vardır, ve iradesine göre yapmak dilediği şey müstakil kişilikle yapabilir. Bununla, kuvvet, izzetinefis, bağımsızlık ve özgürlük manalarının bir karşılığıolduğu dolayısıyla sorumluluk insan için teşrif sıfatı olarak kabullenmektedir.

Sorumluluk, İslami tasavvurda bireysel bir ilkedir. Yani hiç bir kimse başkasının suçlarını taşımaz. Allah-u Te'âlâ buyuruyor ki:

(كُلُّ نَفْشٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِيْنَةٌ)

(Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir) (Müddessir, 38)

Sorumluluğun çeşitli alanları vardır. Şu hadis-i şerifte zikredildiği gibi:

(كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِه. فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالرَّجُلُ فِي أَهْلِهِ رّاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالْمَرْأَةُ فِي بَيْتِ زَوْجِهَا رّاعيَةٌ وَمَسْئُولةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا، وَالْخّادِمُ رّاعٍ فِي بَيْتِ سَيِّدِهِ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَكُلُّكُمْ رّاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ)

(Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır, sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır, onları muhafazadan sorumludur. O halde hepiniz çobansınız, eliniz ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz)[1]

İnsan içinde yaşadığı toplumun ve onlardan geçtiği koşulların tayin ettiği bu dış sorumluluklara ilaveten, başka sorumluluklarda merkezi sorumluluk rolünü oynayan şahsi sorumluluğu vardır. Sorumluluk iki mana ile anlaşılabileceğini söyleyebiliriz. Bu iki manaların birincisi; insanın kendisinden sorumlu olmasıdır, o, vaktinden, ilminden, aklından ve genel olarak kendi hayatından sorumludur. Bu hususta Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(لَا تَزُولُ قَدَمَا عَبْدٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَتَّى يُسْأَلَ عَنْ عُمْرِهِ فِيْمَا أَفْنَاه، وَعَنْ عِلْمِهِ مَاذَا فّعّلّ بِهِ، وَعَنْ مَالِهِ مِنْ أَيْنَ اكْتَسَبَهُ وَفِيْمَ أَنْفَقَهُ، وَعَنْ جِسْمِهِ فِيْمَا أَبْلَاهُ)

 (Kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça kul bırakılmaz: Ömrünü ne işte geçirdiği, malını nereden kazandığı, nereye harcadığı ve vucüdu hangi işte yıprattığı sorulur)[2]

İkinci mana ise, insanın, içinde yaşadığı ortam ile çevresindeki insanlardan sorumluluğudur. Bilinen ki, insan tabiatıyla sosyal bir yaratıktır, kişiliğini geliştirmek için topluma ihtiyacı vardır. Öte yandan, topluma karşı bazı ahlakî görevlerle yükümlüdür. Bu görevler, insani varoluşla çok sıkı bir şekilde bağlantılıdır.

Aklı sağ olan her insan anlıyor ki: başkalarına karşı sorumluluğu dürüst bir şekilde yüklenmezse, ondanherhangi bir sorumluluk taşıyabileceği beklenemez. Başkalarının hakkında adaletli olmazsam, benim hakkımda adaletli olacaklarını beklemem mantıklı bir şey değildir.

Bazı insanlar var ki; doğru olmayan bir şey yaptıkları zaman, ezelden yazılmış olan bir şey olduğunu bahane ederek, Allah’ınkendilerinin üzerinde takdir ettiğini yapmaktan başka çaresi kalmadığını iddia ediyorlar. Bunun örneklerinden rivâyet edildiğine göre bir hırsız yakalayıp Hz. Ömer'e (r.a.) getirdiler. Hz. Ömer ona: Niçin çaldın? diye sordu. Hırsız: Çaldımsa Allah'ın takdîriyle çaldım. Allah böyle takdîr etmiş, bunu reddedemeyeceğim diye cevap verdi. Hz. Ömer emir verip hırsızlık cezası olarak elini kestirdi ve ayrıca da 30 kere kırbaçlanacağını söyledi. Kendisine niye böyle iki ceza verdiği soruldu. El kesmek hırsızlıktan, dayak da Allah`a yalancılık ve iftirasından dolayı, kendisinin aleyhine Allah’ınbunuyazdığını nasıl bilmiş, cevabını verdi.

Böylece insan, yaptığı kötülük sonrasında kaza ve kaderi bahane etme hakkına sahip değildir. Sorumluluk yine de geçerlidir. Allah’ın, insanın kaderini ezelden yazması, insanın ileride zorlama olmadan ve kendi iradesiyle yapacağını yazmaktan başka bir şey değildir. Bunun üzerine insan, kendisinin yaptığı her işin -büyük olsun küçük olsun-hesabını görecek:

(فَمَنْ يَعْمَلْ مِثَقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ. وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ)

(Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir)(Zilzal,7-8)

***

 

 

[1]Buhari, Sahih’inde, Cuma Babında, Köylerde ve Şehirlerde Cuma Bölümünde rivayet etmiştir.

[2]Tirmizi, Sıfatül-Kıyame "Kıyamet Sıfatı" babında rivayet etmiştir. Hasen ve Sahih olduğu bir hadis demiştir..

Print
15586 Rate this article:
3.1

Please login or register to post comments.

أقسم بالله العظيم أن أكون مخلصًا لديني ولمصر وللأزهر الشريف, وأن أراقب الله في أداء مهمتى بالمركز, مسخرًا علمي وخبرتى لنشر الدعوة الإسلامية, وأن أكون ملازمًا لوسطية الأزهر الشريف, ومحافظًا على قيمه وتقاليده, وأن أؤدي عملي بالأمانة والإخلاص, وأن ألتزم بما ورد في ميثاق العمل بالمركز, والله على ما أقول شهيد.